Tüm hayatım boyunca aşkı birçok şeyin ötesinde, ‘olmazsa olmaz’ listelerimin en üst sıralarında tuttum. Çoğu kavgam onun yüzünden yaşandı ve çoğu göz yaşım yine onun için döküldü. Yaptığım hataların neredeyse tümünde aşk; baş rolü oynamıştır. Evet, hayatımın ışığı; sevgili aşk… Senin peşinde insanlar her ne kadar maymuna dönse de, hepimiz yaşamın tadı, tuzu, biberi olduğunu biliriz. Sensiz, yavan bir hayat ne kadar yaşanmaya değer? Bu kadar duygusal ve şahsi bir yaklaşım yeter. Aşkı bir de çeşitli perspektiflerden bilimsel veriler ışığında yazıya almak istiyorum. Biraz araştırdım ve okuduklarım yüzümde hafif bir gülümseme yarattı. Tabii ki; bir iki kelam etmeden de duramadım. Yorumlarım için affınıza sığınıyor ve aşağıda on maddelik bir listeyi sunuyorum. Bakalım aşkla ilgili trajikomik bilimsel verileri, siz de beğenecek misiniz?
- İnsanların %65’i, öpüşürken başlarını sol tarafa değil de, sağa doğru eğiyormuş. ( Yine çoğunluğun tersine çıktım.)
- Bilinen en eski aşk şarkısı bundan yaklaşık 4,000 yıl önce yazılmış ve Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki Mezopotamya bölgesinden çıkmış. (Ne varsa bizde var!)
- Uzun dönem süren her beş ilişkiden birine bakıldığında, ilişkinin başlangıcında çiftlerden birinin veya her ikisinin de o dönemde bir başkasıyla birlikte olduğu saptanmış. (Bu demek oluyor ki; herkes için birden fazla şans var!)
- Aşık olma hissi, insanın bedeninde ve ruhunda bir yıl süresince sakinleştirici etkisi gösterebiliyor. Böylelikle sinir sistemi yenilenirken, aşık insanın da hafızası gelişiyor. (Mutsuzken antidepresan almaya gerek yok o zaman. Aşık oldun mu, mesele çözülecek. Aşk bitince alırsın sakinleştiricini, zaten hafızan da gerileyecek, unutursun olur biter.)
- Aşk; insan üzerinde aynı kaybetme korkusunun oluşturduğu strese benzer semptomlar yaratabiliyor. Mesela avuç içleri terliyor, göz bebekleri büyüyor ve kalp atışları hızlanıyor. (Benim dizlerim de titremişti. )
- Sabahları eşlerini öpen erkekler, öpmeyenlerden beş yıl daha fazla yaşıyor. ( Tamamdır, kocalar artık bu bilgiden sonra yola gelir.)
- Yeni aşık olan insanlarda seratonin hormonu düşüyor ve bu seviye obsesif-kompulsif yeme bozukluğu gösteren kişilerdekiyle aynı. Belki de bu yüzden kişi abayı iyice yaktığında, aşkını takıntı haline getirmiş oluyor. ( Burada da aykırıyım. Ben aşık olunca yemeden içmeden kesilen, acilen rejimlere giren biriyim. Ama ikinci kısım geçerli. Kafam karıştı. )
- İşin matematiksel teorisine bakıldığında, kendimize uzun dönemli bir partner seçmeden önce en az oniki kişiyle çıkmamız gerekiyormuş. Bu sayede bize en uygun olanı seçme şansımız da artıyormuş. ( Matematik aşkta sökmez. İstediğin kadar dene, gene de kısmetten öteye geçemezsin. Üç, beş ya da on kişiye aşık oldun diyelim. Hangisindeyse kısmetin, o devam eder. Buldun; buldun. Yoksa tren kaçar. Benden söylemesi. )
- Pırlanta nişan yüzüğü hediye etme geleneği 15. Yüzyılda, Avusturya Arşidükü Maximillian’ın müstakbel eşine evlenmeden önce verdiği pırlanta yüzükle başlamış. (Bir de soğuk memleket deriz oralara. Aşkın günümüzdeki en önemli sembolünü çıkartmışlar ortaya. Daha ne yapsınlar? )
- Kadınların yüzde 11’i çıktıkları ya da yeni tanıştıkları bir erkek hakkında internette araştırma yapıyormuş. Erkeklerde ise bu oran sadece %7. (Erkeklerin ne kadar ilgisiz olduğunu biliyorduk zaten. ‘Detaya gerek yok! Kız güzel!’ diyorlardır herhalde. )
Benden bu kadar. Aşkın bilimselliğine de kar suyu kaçırdım ya, artık içim rahat. “Herkesin aşkı ilk günkü gibi ve taze kalsın” dileklerimle.