Mutluluk Oyunu

By Seda

gündelik hayat, mutlu olmak, mutluluk

Beklenmedik zamanlarda gelen mutluluklar var ya… Paha biçilmez onlara. Değeri beklemediğin için mi çok, yoksa tesadüf; zaten çok mutlu olasın mı tutuyor öyle anlarda, bilemiyorum. Sevdiğin bir şarkıya rastlamak radyoda veya kendini kötü hissettiğin bir anda gelen hızır bir telefon… Canının çektiği bir yemeğin karşına çıkması… Hiç istemediğin bir toplantının iptal olması… Böyle küçük şeyler aslında.
 
Küçük şeyler ve büyük mutluluklar… Değiştirelim: Büyük şeyler ve küçük mutluluklar. Olur mu? Mutluluk işte. Gerçekten, mutluluğun küçüğü, büyüğü var mı?
 
Mutluluğu büyük yapan süresi mi peki? Hani deriz ya “Bu bana bi altı ay yeter!” Vay be! Nerden biliyorsun? Belki altı dakika sonra bitecek? İki ucu, bir kenarı mı az geldi? Yoksa altı ay sürecek yani! Nereden biliyorsun? Belki de tam tersi, o birkaç saniyelik dediğin mutluluk yıllar yılı hafızandan silinmeyecek. Harbiden, ne kadar göreceli bir şey şu mutluluk.
 
“Kaç gram lazım abla? Tartiimm!”
 
Kiloyla değil herhalde büyük mutluluk. Verdiği doz mu? Hani uçtun, ayakların yerden kesildi filan. Veya daha önce hiç o kadar mutlu değildin, şimdi oldun. O vakit bu mutluluk, büyük mutluluk. Doğru mu? Böyle mi ölçüyoruz mutluluğun değerini?
 
“Beklenmedik” olduğu içindir belki de, demiştim. Olabilir değil mi? Mantıklı ama, yine tersini ele alalım; beklediğin mutluluk gelince “Senin o kadar da değerin yok benim için.” mi diyeceğiz? Çok çalıştın. Sınavı kazandığını öğrendin mesela. “Ah üç puan daha olsaydı iki kat mutlu olacaktım!” Vay be!
 
Niye beş kat değil?
 
Belki de bütün bunların hepsidir mutluluğu paha biçilmez yapan. Ve şu an aklıma gelmemiş onlarca esası daha vardır. Göreceli işte. Kararı verdim.
 
Benim için ise; tüm bu sorgulamaların tek bir sonuca vardığını şu an tekrar görüyorum. İster bekleyeyim, ister beklemeyeyim. Ben mutlu olmak için yaşıyorum. [highlight]“Herkes böyle” diyebilirsiniz belki ama bir de kendini mutsuz etmeye ısrarla devam edenlerimiz var içimizde. [/highlight]Keşke onlar da fark etse: Hayat çok değerli. Bir yolunu bulup, “bizim için” olan her türlü mutluluğun kapısını açmalıyız.
 
Hayatın her anında o kapılardan onlarcası çıkıyor karşımıza. Kimini görüyoruz. Kimini göremiyoruz. Ama oradalar. Bazısı uzakta, bazısı yakınımızda. Görebildiğimiz kapılar ne kadar artarsa, hayattan elde ettiğimiz mutluluklar da o kadar artacak. Hepsi elbet bir şekilde açılacak. Teslimiyet değil, uyanık olmak bahsettiğim. Kadercilik değil yani. Bu biraz da oyun gibi. Şu aralar favori bir söz var hep aklımda: “Hiçbir oyun oynanmadan kazanılmaz ya da kaybedilmez!” Hoşgeldin.
 
Oturduğun yerden olmaz. Kalkıp gideceksin evvela o kapıların önüne. Üşenmeyeceksin. Vazgeçmeyeceksin. Bir iki denemeyle açamadığın kapıya darılıp da öyle hemen arkanı dönmeyeceksin. Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok!
 
“Yorgunum” deyip bırakmayacaksın işin peşini. Ertelemeyeceksin kendini. Deneyimlerinden öğreneceksin. Dersini de alacaksın. Yeri gelecek, zamanında açamadığın bir sürü kapıyı açmanın yolunu, yordamını da öğreneceksin. Bir zahmet! Yoksa kimse senin için, senin hayatını yaşayıp “Budur. Al. Hayrını gör.” diyemez. Hayat senin hayatın.
 
[highlight]Elbette hepimiz yaptığımız tercihler doğrultusunda çiziyoruz yolumuzu. Ama hiçbir yol zaruri değildir. Bilelim! Ana yollar, patikalar, dik yamaçlar… Dolu! Hepsinin etrafında da bir sürü mutluluk kapısı. Ve kesinlikle kızlar; kendi ellerimizde anahtarlar![/highlight]

About the author

Seda düşünmeyi, üretmeyi ve paylaşmayı sever. Mutlu olmak için çalışır. Hayatı ve kendini sorgular. “Neden?”ler kadar, “Nasıl”lar peşindedir. “An”ları yakalamak ve yaşamak gerektiğine inanır.

{"email":"Email address invalid","url":"Website address invalid","required":"Required field missing"}